Hikayeyi baş kahramanımız Hazel'ın ağzından dinliyoruz. Hazel 16 yaşında, akciğerlerinde kanser hücreleri olan bir kız. Yanında nefes almasını sağlayan bir tüple geziyor. Hastalığı ileri boyutta ve kelimenin tam anlamıyla onun artık pek umudu kalmamış. Doktorunun önerisi ve annesinin sosyalleşme ısrarlarıyla bir destek grubuna katılan Hazel, burada Augustus'la tanışıyor. Gus; 17 yaşında, 1.5 bacağa sahip bir genç. Öldükten sonra hatırlanmaya kafayı takmış durumda. Bu iki kanserli genç birbirlerini tanıdıkça ve beraber zaman geçirdikçe birbirlerine aşık oluyorlar. 'Uykuya dalar gibi: Önce yavaş yavaş, sonra bir anda.'
Kitabın her cümlesi, her ayrıntısı harikaydı. Ama benim için öne çıkanlar da vardı. Öncelikle Augustus'un ailesinin evin her duvarına astığı 'Teşvikler'...
"Acı olmadan mutluluğun değerini bilemeyiz."
"Aile ebedidir."
Bu çocukların ikisi de ayrı bir tuhaftı. Gus'ın 'metafor', Hazel'ın 'magritte' anlayışı beni benden aldı.
"Yakmadığın sürece seni öldüremezler. Ve ben bir tane bile yakmadım. Bu bir metafor, tamam mı? Öldürücü şeyi dudaklarının arasına kadar sokuyorsun ama ona öldürücü olabilecek gücü vermiyorsun."
" 'Ama bu gerçekten bir pipo.'

Favorim: A-U-G-U-S-T-U-S. Kesinlikle!! Kendisini ifade ediş biçimi, davranışları harikaydı. Beni aynı anda hem ağlatıp hem güldürebilen az karakterden biriydi. Hazel'ı da çok sevdim fakat kendisini el bombası olarak düşünmesi beni üzdü. Yine de kelimenin tam anlamıyla Hazel'ı çok seviyorum!
Ama, ama, ama... Isaac'i unutamayız. O nasıl harika bir arkadaştır! Ve o nasıl bir kederdir! Isaac'in çıldırdığı anı unutamayacağım!!..
Peter Van Houten'ı ise tabii ki sevdim. Adam başta biraz gıcıktı ama sonuçta onun da haklı sebepleri varmış. Görkemli Izdırap'ı ve Anna'yı sonsuza kadar hatırlayacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder