Hiçbir zaman çevresindeki insanlarla duygularını paylaşan
bir insan olmadım. Kendi kendine vakit geçirmeyi seven; her tür duyguyu
dinlediklerinde, okuduklarında arayan biriydim; hala öyleyim. Sevdiğim
şarkılara, kitaplara, filmlere; insanlardan daha çok bağlanıyordum. Okuldaki
hayatımın yanında bir hayatım daha vardı sadece benim bildiğim. 14-15
yaşlarındayken özellikle One Direction ile paylaşıyordum o hayatı. O zamanlar
bunların ne kadar “çocukça” bulunduğunun farkında olmanın yanında sanırım bir
de bunu umursuyordum. İki hayatı birazcık karıştırmak bile büyük tehlikeydi
benim için, kendi evrenimle ilgili en küçük bir hissimi dışarıyla paylaşacak
olsam dalga geçileceğini düşünüyordum ve daha çok içimde saklıyordum bunları.
Zayn’in gruptan ayrıldığı gün hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışmanın ne
kadar zor olduğunu tahmin bile edemezsiniz..
Sanırım asıl istediklerini saklamaktan daha kötü olan bir
şey varsa o da sevmediğin ama “normal” olan şeyleri yapmaya kendini mecbur
hissetmektir. Bir lise öğrencisi, arkadaşlarıyla ne şekilde vakit geçirmeliyse
o şekilde vakit geçirmeye çalışmak, hiç zevk almadığın konularda saatlerce
edilen sohbetlerin içinde bulunmak tamamen bir kabusa dönüşebilir bir süre
sonra.
2014 yılında, ben böyle bir psikoloji içindeyken 5 Seconds
of Summer ile tanıştım. Tamamen tesadüf eseri, karşıma çıkan şarkıya tıkladım,
bir tane daha, bir tane daha derken grubun o sırada var olan tüm şarkılarını
dinlemiş ve indirmiş buldum kendimi. Ki o sırada ilk albümleri çıkmamıştı, birkaç EP’leri
vardı. Gizli evrenime dört yeni üye dahil oldu o gün. İyi ki de oldu. Bana
birçok şey öğretti ve bir anlamda hayatımı değiştirdi.
5 Seconds of Summer (ilk albüm)
Dinlediğim ilk andan beri bana çok güzel hissettirmişti bu
albümdeki şarkılar. Aynı anda hem eğlenceli olmayı başarıyorlardı hem de tam
olarak benim gibi olduklarını hissettiriyorlardı. “Normal” olmam gerekmediğini
söylüyorlardı çünkü onlar da denemişlerdi fakat kendi yollarından gidince her
şey daha da iyi oluyordu. Kendileri eğlendikten sonra diğer insanların ne
dediği önemli değildi, istediğin gibi davranabilirdin. En önemlisi de bunları
sadece söylemek için söylemiyorlar, gözümüzün önünde aynısını yaşıyorlardı.
Bunları duymanın, görmenin ne kadar iyi hissettirdiğini anlatamam. Kendi
istediklerimi daha rahat yapmaya başlamıştım artık, gerçekten hoşlanmadığım
şekilde vakit geçirmek zorunda değildim.
Sounds Good Feels Good (ikinci albüm)
Bu albümün çıkmasını ne kadar çok beklediğimi, dinlerken ne
kadar heyecanlandığımı anlatmam mümkün değil. Biz büyüyorduk, 5SOS da
büyüyordu. Ve büyümek, bizim dünyamızda daha çok acı demekti. Bunu, bu albümü
dinlerken çok daha iyi anlamıştım.
“Everybody’s got their demons.” sözü herhalde bu albümü
açıklamak için yeterlidir. Her bunaldığında, kalbin kırıldığında, kendini
yetersiz, tükenmiş hissettiğinde –herhangi bir zaman, herhangi bir sebeple-
ortada bir sorun aramaya gerek olmadığını, bu duyguların da gayet normal
olduğunu söylüyorlardı. Herkes belli acılardan geçerdi ama bir gün
kurtulurlardı.
Sanırım bu albümdeki şarkıların her birinde başka başka yaralarımı
buluyor ve onları kabulleniyordum. Ki kabullenmek onlar hakkında yapılabilecek
en iyi şeydi.
Youngblood (üçüncü albüm)
Yaklaşık üç yıllık bir aradan sonra geldi bu albüm. Bu üç
senede, onlar da büyümüştü, biz de. Tamamen yeni bir şey denemişlerdi ve önceki
iki albümden çok farklıydı. Ama kesinlikle her şey müthişti. Değişiklik yapmanın, özgün olmanın ne kadar doğru ve güzel olduğunu gösterdiler bize.
Çocukların en
kişisel albümleriydi bana göre. Her birinin duygularını en içten şekilde
hissedebiliyordum. Her şarkıda ayrı bir hikaye vardı. Aslında ilk iki albümde -
belki onlar da- hayatımızdaki başlı sorunları aşmış, kendimizi bulmuş ve “gerçekten
yaşamanın” getirdiklerini tadıyorduk.
5SOS’u neden bu kadar sevdiğim sorusuna cevabım kesinlikle ün sahibi, gösterişli insanlar gibi davranmamalarıdır. Davranışları
öyle içten ki onları dinlerken ne birisi
size öğüt veriyormuş gibi hissediyorsunuz ne de şarkılarda anlattıklarına
yabancı kalıyorsunuz. Ayrıca önemsediklerini gösteriyorlar; ortak olmak istiyorlar hayatlarımıza ve bunda samimi
olduklarını gösteriyorlar. Eğlenmek için yaşadıklarımızı bir kenara bırakmamıza
gerek olmadığını en büyük acımızı da ortamıza alıp
eğlenebileceğimizi söylüyorlar.
Bu dört genç adam; Luke, Ashton, Calum ve Michael,
hayatlarımıza dahil olalı 7 yıl olmuş. Bu yedi yıla üç albüm ve üç turne
sığdırmışlar. Bu yıl albümleri ile 1 numaraya çıktılar ve birçok ödül aldılar.
Gurur duyuyorum!
Eğer ki beni duyacak olsalardı onlara tüm bu yaptıkları için
teşekkür etmek isterdim. Yaptıkları sadece güzel müzik üretmek ve insanları
eğlendirmek gibi basit bir şey değil. Birçok hayata dokundular, o hayatları
değiştirdiler. 7 yıldır bunu yapıyor olmaları ve buna devam edecek olmaları
umut, mutluluk, heyecan ve ilham verici.
Blogum için yazdığım en içten ve yazarken beni en çok duygulandıran yazının 5 Seconds of Summer hakkında olması bile sanırım onların bendeki değerini gösteriyor. Hayatımda onlara öyle alıştım ki onlarsız
bir hayat düşünemiyorum. Teşekkürler 5 Seconds of Summer❤️
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder