Hayat, ölüm, dünya düzeni ve belki de aşk hakkında yazılmış
güzeller güzeli bir romanla, Nermin Yıldırım’ın Dokunmadan’ıyla buradayım.
Bir gün öleceği gerçeğiyle birlikte, çoğumuzdan farklı
olarak ne zaman öleceğini de öğrenen Adalet adlı karakterimiz hayatında işlemiş
olduğu ilk günahını bulmak adına bir yolculuğa çıkar. Hayattaki her şey gibi
eksileri de artıları da olan bu yolculukta dünyayı, insanları ve en önemlisi
kendisini keşfeder.
Adalet, kendi kendine yaşayan bir insan. Olanlara bitenlere
tepkisiz kalıyor, acılar ona dokunmuyor, o insanlara dokunmuyor, hayata
dokunmuyor; kendi hayatına bile… Dokunmadan harcıyor zamanı.
Tek arkadaşı olan hazır cevap, “Dost acı söyler” sözünün
hakkını veren ve iyi bir müzik arşivi olan Hülya ile baş başa sanırken kendini,
aşkı için yola çıkmış Sadi Seber beliriyor karşısında. Arayışta olan iki
bağımsız karakter aynı yolda yürür oluyorlar birden. Kimi kendini, kimi bir
başkasını arar yollarda ama onlar ikisini de arıyorlar aynı anda.
“Ama işte, insan bazı bedelleri ömür boyu ödemek istemiyor.
Tek başına bir şey değil, kendinden büyük bir şeyin parçası olmak istiyor
bazen. Ummanın damlası, başağın buğdayı, ağacın dalı, hatta dalın çıtırtısı…
Çareyi kâinatın sırrında değil, kendi gibi bir başka ben’in yamacında arıyor. Ufacık bir yakınlık uğruna, canını
sıkacak, kalbini kıracak, kendini değişmeye zorlayıp hayatını büsbütün
karartacak birilerini istiyor o zaman yanında. Gidip kanlı bir sunağa uzanıyor.
İçinde yıllanmış cefakâr, vefakâr ben’i,
uzak bir ihtimalden fazlası olmayan şaibeli bir biz hayaline kurban etmekten çekinmiyor. İlle de başka bir oyunbaz
istiyor küçük, kederli oyununa. Çünkü insan denen illet, bütün o fiyakasının
ardında, vurulmayı bekleyen sakat bir at yalnızlığına nöbet tutuyor. Evrendeki
en hacimli kalabalığı, yalnızlıktan gebermek üzere olan insanlar oluşturuyor.”
Nermin Yıldırım’ın günlük hayatta çok kullanmadığımızdan
küskün olan kelimeleri kullanma şekli, cümleleri peşi sıra dizişi takdire
şayan. Okurken cümlelerin gözünüzün önünden nasıl aktığını anlamıyorsunuz,
sonra durup düşünüyorsunuz anlattıklarını. Etkiliyor hem yüreğinizi, hem
zihninizi..
Adalet; ülkesinde, dünyada olanların farkında; neyin doğru
neyin yanlış, neyin iyilik neyin zalimlik olduğunu biliyor, hepsini görüyor ama
ses çıkarmıyor hiçbirine; hepimiz gibi…
Yazar; kitapta, okuması bile acı olan dünya gerçekleri
sunuyor okuyucuya. Her gün en az bir tanesini ana haberlerde gördüğümüz,
gazetelerde okuduğumuz olaylar bunlar. Ve bir süre düşününce hepsini susa susa, içimize ata ata normalleştirdiğimiz
gerçeğini seriyor gözler önüne. Okuyup izleyip geçiyor, daha da kötüsü bazen
şahitlik edip tek bir engelleme çabasında bulunmuyoruz bunları. Utandırıyor
bizi yazar; gören gözlerimizden, işiten kulaklarımızdan ve insanlığımızdan..
Bunu yaparken üstten bakmıyor bize, Adalet ile aynı anda fark ettiriyor, o
dolup taştığında ve dayanamayıp kustuğunda içindeki her şeyi bize de kusma
şansı veriyor. Utancımızı bir kenara atıp yeniden başlayabileceğimizi
gösteriyor bize.
“Niye susardı peki insan, neden başını öte yana çevirirdi?
İçindeki iblisten değil, dışındakilerden korktuğu için. Yanlış mahcubiyetler
yüklenmeye talimli olduğu için. Başkalarının acısından muaf kalabileceğini
sandığı, felaketlerin bulaşıcı olduğunu anlamadığı için. Başını öte yana çevirip
susar ve kendinden hem bir cehennem hem de bir cehennem zebanisi yaratırdı.
Sonra o cehennemde kendi de yanardı.”
Bitişiyle neye uğradığımı şaşırtan bir roman oldu
Dokunmadan. Çok şey düşündürdü, çok şey hissettirdi bana. Pişmanlık işe
yaramaz, hepimiz biliyoruz ve hayat bitene kadar her şey için zaman varsa da
hayat bittiğinde başka bir şansımız yok, bunu da biliyoruz. Öyleyse yaşamalıyız
doyasıya, hissetmeliyiz her şeyi en içten şekilde. Ve tüm sıcaklığımızla
dokunmalıyız insanlara, dünyaya. Çünkü başka bir hayatımız yok.
“Bir hayatım daha olsa, korkmadan dokunmak için yaşardım
onu. Bir keklik beslerdim ellerimle, varsın uçsun sonunda. Bir çiçek
büyütürdüm, varsın solsun sonunda. Bir omuz ısıtırdım, varsın gitsin sonunda.
Dokunurdum. Ben eriyene dek, o eriyene dek, biz hiçleşip karışıncaya dek bu
derin boşluğa, dokunurdum. Ama yok bir hayatım daha. Bir hayat daha yok.
Yok.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder