21 Eylül 2018 Cuma

"Fotoğraf, Yüzeyindeki Geçmişi Unutur" // Unutkan Ayna (Gürsel Korat) - Kitap Yorumu



Yaşadığımız coğrafyada, çok da eski olmayan bir zamanda gerçekleşmiş acı olaylardan biridir kuşkusuz Ermeni tehciri. Tarih kitaplarından öğrendiğimiz kısmı önemli değildir aslında bizim için. Doğru mu yanlış mı, diye sormamız gerekmez. Sadece o dönemde insanlar ne yaşamış, nasıl hissetmiş onu bilmeliyiz. Bu düşüncelerle okudum Unutkan Ayna'yı işte ben.


Nevşehir’in bir köyünde, insanların günlük hayatta Türk, Ermeni, Rum ayrımı yapmadan yaşadığı bir köyde geçiyor kitap. Ama ülkede Ermeni tehciri var. Korku var Ermeniler arasında. Ölmekten, yitip gitmekten korkuyorlar bir hiç uğruna. Ve belki de beni en çok etkileyen kısım Türk ya da Rum komşularının da onlar kadar korkuyor olması, onlarla ağlayabilmesi. Tabii ki arada tehciri dört gözle bekleyenler de var ama tehcir yapılan bir yerde bunun olması çok da garip değil bence.

Roman, on günü anlatıyor. Köye gelen tehcir haberi etrafta dolaşıyor, insanlar küçük umutlarla bekliyorlar. Din değiştiren tehcire götürülmeyecek deniyor mesela; kimisi can havliyle din değiştiriyor, kimisi Hristiyan ölebilmek için intihar ediyor. Öyle büyük bir acı dolaşıyor ki köyün üstünde okurken insanın tüyleri diken diken oluyor, gözleri doluyor.

Benim kitapta en sevdiğim şeylerden biri etnik kökene bakmayan dostluklar oldu. Dini, dili, ırkı farklı olan insanlar adeta kardeş oluyorlardı birbirlerine. Bu insanlık için öyle umut verici bir durum ki...

Yine çok sevdiğim şeylerden biri yazarın zaman kavramı üzerine yazdığı o güzel aforizmalardı. Ve kitapta anlattığı fotoğraf hikayesi...

“Fotoğraf çekilirken, insanlar genellikle kameraya gözünü çevirir: Bu, ‘belirsiz bir gelecek zaman'a bakıştır. Oysa o fotoğrafı eline alan insan, ‘değişmez bir geçmiş zaman' görecektir. Fotoğraf çektirenlerin gözünü diktiği o belirsiz gelecek, fotoğraf kartını elinde tutan kişi tarafından yaşanır. Gelecek zamandaki kişi, o anda geçmişteki biriyle göz göze gelse bile ne fayda... Fotoğraftaki kişi, geleceği bilmemekte, görmemektedir.
Zaman o aynada unutulmuştur.
Ya da başka bir deyişle, zamana ayna olan fotoğraf, yüzeyindeki geçmişi unutmuştur.”

Kalabalık bir karakter kadrosu vardı, her biri titizlikle yaratılmıştı. Onlar ne hissediyorsa aynen geçiyordu okurken okurun yüreğine de. Biri korkudan titreyince ürperiyor, birisi üzülünce ağlıyor, birisi sevinince yüzünde güller açıyordu insanın okurken. Ben her birini çok sevdim.
Yazarın parmak bastığı, sürekli dile getirdiği güzel bir konu daha vardı: kadınlar. Anadolu'nun bir köyü bağlamında kadınların yaşadıklarını göstererek vurgu yapıyordu sosyal adaletsizlik ve cinsiyetçiliğe. Kadınların nesneleştirilmesini özellikle insanın yüzüne vuruyordu, hele de öykünün geçtiği zamanda..

Okumam gereken bir yazar ve okumam gereken bir kitap olduğunu düşündüm okuduktan sonra Unutkan Ayna'yı. Çünkü ülkemizde hep olmuş ya da olmamış, haklı ya da haksız, doğru ya da yanlış olduğu üzerine tartışılan bir konuyu bu romandaki gibi tarafsız okumak, sadece olayın etkilediği insanlara odaklanmak çok daha yararlı olmuştur diye düşünüyorum.

Yeri geldiğinde beni ağlatan, yeri geldiğinde bana tebessüm ettiren, Nevşehir’in sıcaklığını yürekte hissettiren çok güzel bir kitaptı.

“Unutkan aynalar satarmış Boğos: Önünde ne yaşanmışsa, aradan çok zaman geçtikten sonra olanı biteni anımsayan bu aynalar her şeyi gösterir ama gösterdiklerini yok etmeyi unuturmuş. Resimlerdeki cansız kişiler, bu aynada canlı olurmuş. Olanı biteni gösteren bu aynalarda sesler duyulmazmış.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder