İlk sezonun üzerinden oldukça uzun bir vakit geçti ve ben Poldark'ın ikinci sezonunu ancak izleyebildim. Bu kadar fazla beklememe değmiş olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Tek kelimeyle muazzamdı.
Nedenini bilmiyorum fakat ilk sezonda her ne kadar madencilikten ve Ross'un eşitliği savunan o kara yanından çok etkilenmiş de olsam aklımda yer eden şeylerin çoğu Demelza ve Ross'un masumane aşkıydı. Ama ikinci sezon bana aşktan fazla bir sürü şey verdi diye hissediyorum.
Spoiler vermeden sezonda karşılaştığımız şeylerden bahsetmek gerekirse:
*Fransız Devrimi'nin sert rüzgarı İngiltere'ye de esmeye başlıyor iyice. Tabakasız bir toplum, halkların eşitliği düşüncesi herkesin zihnini işgal etmiş durumda.
*Ross'un şerefli ve olgun kişiliği altında ezildiğini hisseden
Francis'in ruhsal çatışmalarına daha fazla ağırlık verilmiş. Bilakis Elizabeth'in Ross'a, Ross'un Elizabeth'e olan duygularına da aynı şekilde. Ki bir yerde Ross ve Elizabeth yakınlaşması varsa Demelza da var demektir!
*Bu sezon Warleggan ailesine daha da yakın bir açıdan bakıyoruz. George'un Poldark erkeklerini alt etmek için yapmadığı şey kalmıyor diyebilirim.
*Madencilik olmazsa olmazımız tabii. Ross, bakır arayışına her zamanki coşkusuyla devam ediyor. Ekonomisi yerlerde, onu diriltmek için sonuna kadar mücadele!
*Ve tabii ki her sezonda olmazsa olmaz, kalpleri ısıtacak, tatlı bir aşk. Bu sefer şanslımız: Doktor Dwight Enys.
Olaylar açısından oldukça kalabalık bir sezondu. İlk sezona kıyasla aksiyonun arttığını ve her saniye merak duygumun daha alevlendiğini söyleyebilirim.
Fakat karakterler üzerinden sezonu değerlendirmem gerekirse her şey çok farklı bir yere gidiyor. Zira tüm karakterler hakkındaki düşüncelerim alt üst oldu.
Benim için en acısı Ross'a nefret duymaktı. Bunu spoiler vermeden anlatmam mümkün değil fakat yaptıklarının hiçbirinde haklı bir kısım bulmadığımı kesin bir dille söyleyebilirim.
Bir feminist olarak Elizabeth'in yanında sürekli bir erkek istemesi sinirlerimi bozdu. Kendisi ne yapsa zaten gözüme battığından bu sezon ondan daha da fazla nefret ettim.
Her ne kadar dünyanın en pislik adamlarından biri olsa da George Warleggan'a hayran kaldım. Azmi inanılmazdı. Onun derinliklerine daha da fazla inmek istiyorum çünkü çok zengin bir karakter.
Geçen sezon aramızda oluşan soğukluğu ortadan kaldırdığı için de Francis'i tebrik etmeliyim. Kesinlikle bu sezon bana en çok keyif veren insanlardan biriydi. Ayrıca Kyle Soller'ı ruh değişimlerini çok iyi yansıttığı için de alkışlamak lazım. Çünkü Francis Poldark bu sezonun en önemli parçalarından biriydi benim için.
Son olarak benim gönlümün biriciğine gelecek olursak o olmasaydı ne yapardım hiç bilmiyorum. Her sahnesinde iç çekmeler, hayran bakışlar... Dwight Enys'ten bahsediyorum tabii ki! Diziye yeni katılan Caroline Penvenen ile olan aşkının başlarda hiç taraftarı değildim açıkçası. Ben onu doktor
kimliğiyle çok seviyordum. İlk sezon onunla bu kadar ilgilenmediğim için kendimden utanıyorum. Ama kendisi tam bir İngiliz beyefendisi ve gönlümü kazandı. Ah Dwight!..
Beni oradan oraya sürükleyen bu müthiş sezon her ne kadar bir felaketmiş gibi gözükse de sonunda mutluluk gözyaşlarıyla baş başa kaldığımı söyleyebilirim. Ama şimdilik diyorum çünkü üçüncü sezon başlamışken ve senaristlerin ne cinlikler peşinde olduğunu bilmeden kesin hükümlü olmamak lazım.
Herkese iyi seyirler...
Poldark serisinin ilk kitabı hakkındaki görüşlerim için böyle buyrun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder